Şaka Edilecek Bir Durum Yok

Ekonomi Notları
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Notları – 115

 

Ömer Madra: DİE verilerine göre, Ekim ayında enflasyon yüksek, TÜFE %2.22, TÜFE de %3.23 arttığını göstermiş.

 

Hasan Ersel: Rakamları böyle olduğu gibi okumak zaman serisi analizi açısından uygun değil. Çünkü mevsimlik hareketler olur, bazı mevsimlerde fiyat hareketleri yüksek olur. Buna göre düzeltme yapmak gerek. Bu yapılınca daha mütevazı rakamlar elde ediliyor. Ben de biraz öyle düşünüyorum. Eylül-Ekim aylarında, çocuklarımız okula başlar. Aileler yeni yılı düşünmeye başlarlar. Bu, piyasaların canlanamaya başladığı dönemi simgeler. O sırada da firmalar, fiyatlama ve benzer kararları gözden geçirirler. Dolayısıyla Ekim’de gördüğümüz bazı fiyat hareketlerini Eylül ile bir arada düşünüp (Eylül’de düşük çıkmıştı) ortalamaya bakmak belki daha iyi olabilir. Öyle bakınca da korkulacak fazla bir şey görmüyorum. Bir de fiyatları etkileyen bazı dış etmenler var. Örneğin petrol fiyatlarındaki artışlar yansımaya başladı. Nitekim TEFE’nin kamu bileşeni %4.8 artmış. Bu yüksek bir artış. Ama artan nedir diye baktığımız zaman, petrolü görüyoruz: %8.1. Onu Kimya %6.2’lik artış ile izliyor. Diğer kesimlerde yüksek artış yok.

 

Özel kesim imalat sanayiine baktığımız zaman da fiyat artışlarının çok sayıda sektöre dağılmadığını, bazılarında yoğunlaştığını görüyoruz.  Örneğin TEFE’de özel sektörün giyim kalemi % 14.1 artmış. Anımsayacaksınız bu kesimde uzun zamandır fiyat hareketi olmamıştı. Dolayısıyla, biriktirilmiş bir fiyat ayarlaması bir defada yapılmışa benziyor. Bu tüketici fiyat endeksine de yansımış. Giyim kalemi de TÜFE’de %5.7 artmış.

 

TEFE’de tarım %6 artmış, bu da mevsimlik olabilir. TÜFE’nin gıda kalemi TEFE’deki tarım kalemi ile aynı biçimde hareket etmiyor. Fiyatlama davranışlarında değişiklik var. Diyeceksiniz ki, gıda tarımla ilişkilidir. Evet öyledir de, araya başka etmenler giriyor: İthalat, piyasa yapısı farklılığı gibi... Bütün bunlara rağmen TÜFE’nin bu kaleminde de %3 gibi bir artış var. TÜFE’nin %2.2 arttığını düşünürseniz bu da yüksek. Zaten TÜFE’yi artıran bu iki kalem: giyim ve gıda...

 

Yıl sonu hedefi tutar mı sorusu açısından pek kaygı duymamak gerektiğini düşünüyorum. Unutulmaması gereken nokta T.C. Merkez Bankası’nın enflasyon hedefi TÜFE’dir. Yıl sonundaki hedefin tutturulamaması için şu anda bir neden gözükmüyor.

 

Bir de çekirdek enflasyon var. O da % 1.4 çıktı. O konuda başka bir kaygımı paylaşmak istiyorum, bir süredir, çekirdek enflasyon olarak kullanılan gösterge (özel kesim imalat sanayii fiyat endeksi) bu amaca yarıyor mu diye çalışıyoruz. Bulgularımız, çekirdek enflasyon olarak kullandığımız göstergenin göstermesi gerekenleri pek göstermediği yönünde. Onun için bu konuya eskisi kadar ona önem vermiyorum. Zaten Merkez Bankası ile DİE de ortaklaşa yeni bir çekirdek enflasyon tanımı yapmak üzere bir çalışma yürütüyorlar.

 

ÖM: Yani bunun tanımında bir değişikliğe gitmek gerekecek.

 

HE: Biraz daha ötesi. Bir çekirdek enflasyon endeksi geliştirilmesi gerekiyor. Biz şimdiye kadar bu amaçla bir gösterge kullanıyorduk. Bu tümüyle yanlıştı demiyorum. Ben o gösterge geliştirilirken Merkez Bankası’nda görevliydim. Makul bir gösterge aranmıştı. Bence epeyce de yararlı oldu. Ama artık bir çekirdek enflasyon endeksine gerek var. Öyle anlaşılıyor. Bu ay çekirdek enflasyon göstergesi olarak kullandığımızı özel imalat sanayi fiyat endeksindeki %1.4 artış ise aşırı görünmüyor. 

 

ÖM: Fazla endişeye mahal yok yani?

 

HE: Yok. Tabii şunu da eklemem lazım; bu sonuç aynı zamanda şaka edilecek bir durum olmadığını da gösteriyor, oynayabiliyor fiyatlar hemen. Onun için “bu politikaları oturttuk, biz enflasyonu indirdik” diye düşünmemek gerekli. Merkez Bankası da hiç böyle bir şey söylemiyor. Bu konuda dikkatli olmak gerekiyor.

 

ÖM: Bence bu yalnız ekonomik alandaki dengelerle değil, dünyadaki dengelerle de ilgili. Aynı durumu yaygınlaştırabiliriz, şaka edilecek hiçbir durum yok ortada. Buradan da başka bir önemli konuya geçelim, ödemeler dengesi meselesine biraz bakalım.

 

HE: Eylül ayı itibarı ile cari açığımız 10 milyar Doları geçti, 10 milyar 550 milyon Doları buldu. Bu rakam büyük. Nasıl bakarsak bakalım, bu büyük bir rakam. Peki bu nasıl finanse edildi? Finansman kalemlerinin toplamı 12 milyar 527 milyon Dolar, yani bu açığı finanse etmişiz, sonra bir miktar da rezerv biriktirmişiz, bu da anlaşılıyor. Fakat burada önemli olan nokta, bunun sadece 1.6 milyarı doğrudan yabancı yatırım, yani borç getirmeyen kalem. Gerçi bir de “net hata ve noksan kalemi’ var, onun borç getirip getirmediğini bilmiyoruz. Orada da 1.8 milyar Dolar var. Fakat kalanı Türkiye’deki özel kesimin ya da kamunun –onun daha az gibi gözüküyor- borcunun birikmesi demek. Dolayısıyla bu cari açık meselesine öyle bakmamız gerek. Bizim ileride ödeyeceğimiz borcumuz birikiyorsa sorun yaratabilir demektir.

 

Bu rakama baktığımız zaman, niye tedirgin oluyoruz? İki nedenle: Eğer Türkiye 10 milyar Dolarlık açık veriyorsa, borcu arttırmayan bir şekilde, yani doğrudan yabancı yatırım şeklinde telafi ediliyorsa, o zaman kaygımız daha az olabilirdi. Tabii ki buraya gelen sermaye bir gün kâr transferi yapacaktır, o zamanki ödemeler dengesi üzerinde sorun doğurabilir diye kaygımız kalabilir. Eğer bu doğru dürüst bir sermaye ise, gelip buraya yatırım yapıp, ihracat olanaklarımızı arttırıyorsa sonuç yine de iyi olabilir. Ama böyle bir durum yok.

 

İkinci nokta ise; Türkiye iki yıldır büyük cari açık veriyor, bu olay 2003’ten başladı, 2004’te de devam ediyor. Üstelik 2003’e oranla cari açığımız bu yıl çok daha büyük. 2003’te Eylül ayında sadece 4.4 milyar Dolar açık vardı, şimdi 10.5 milyar Dolar. Ama geçen seneki açık da düşük bir rakam değil. Türkiye’ye bakanlarda, “acaba işler devam edebilecek mi?” kaygısını doğurabilecek bir gelişme bu. Böyle bir kaygı doğarsa da bu piyasaları karıştırıyor. Ancak şu anda öyle bir kaygı yok.

 

Cari açığın artmasının en önemli nedeni ithalâtın artması. Eylül rakamları ile baktığımızda, tüketim mallarının ithalatının dış ticaret açığının büyümesine katkısının epeyce yükseldiği görülüyor. Daha önce bu katkı görece azdı. Bu da gözle görülen bir durum. Bütün bunları açıklayan en önemli değişken, biliyoruz ki iç talebin artması. Ekonominin bu kadar hızlı büyümesine izin verildiği zaman, Türkiye’nin sanayi yapısı ithalatı patlatıyor, bu açık. Finansman bulunuyor olması da döviz kurları üzerinde bir baskı yaratıyor, TL’nin değeri artıyor, o da ithalâtın artışını besleyen noktalardan birisi.

 

Niye döviz bolluğu var? Pek çok neden arasında, AB ile olan ilişkilerde olumlu bir gelişme beklenmesi önemli galiba. Türkiye’nin bu yeni bağlantılar içerisinde önümüzdeki dönemde bir ödemeler dengesi krizine kolay kolay düşmeyeceği düşünülüyor. İnşallah da öyle olur.

 

ÖM: Bıçak sırtı bir gezinti...

 

HE: Öyle.

 

ÖM: Ama maalesef hayatımız da böyle geçeceğe benziyor. Bir de benim sormak istediğim, Türkiye ile de bağlantısı kurulabilecek olan, Arjantin konusu var. IMF ile olan bağlantıları dolayısıyla, Arjantin’in borç ödemelerinde yeni bir safhaya geliniyordu ama problemler çıkmış gibi gözüküyor. Arjantin hükümeti muazzam borcunun bir kısmını ödeyemeyeceğini, yeni şartlar olduğunu söylemiş. Buna da alacaklıları bozulmuşlar. Arjantin ne durumda?

 

HE: Bir kere Arjantin’le Türkiye arasında ilişkiyi “Allah korusun!” şeklinde kurmamız lazım. Yani orada durum daha kötü, çok daha kötü.

 

ÖM: 180 milyar Dolar borçtan bahsediliyor.

 

HE: Evet, o civarda.

 

ÖM: Korkunç bir şey!

 

HE: Türkiye borcunu ödüyor. Canımız sıkılıyor, ama ödeyememe diye bir problemimiz yok. Olsa olsa, “Aman, fazla borç alırsak ileride, Allah korusun, Arjantin gibi bir duruma düşeriz” diyebiliriz.

 

Onun için de Arjantin’de ne olduğuna çok dikkat etmek lazım. Ben de elimden geldiği kadar izlemeye çalışıyorum.

 

Arjantin IMF’ye çok kızmış durumda. Kirchner’in yeni yönetimi de biliyorsunuz bu konuda duyarlı, daha ulusalcı bir çizgide. Ama bu ulusalcılık meselesinin ötesinde bir konu. Arjantin yönetimlerinde oluşan hava, “IMF bizi yanılttı, biz yanlış işler yaptık bu yüzden ve başımız belaya girdi. Niye bu faturanın tümünü biz ödüyoruz, birazını da IMF ödesin” gibi bir şey. Bunun pratikte bir anlamı yok, çünkü IMF, “Arjantin borcunu ödemiyor, biz de bu işten zarar gördük” dediği zaman uluslararası piyasalar Arjantin’e kapanmış oluyor, şu anda da kapalı zaten. Arjantin’in kurtulması IMF’yi döverek olmuyor. Fakat belirgin bir şekilde IMF’ye kızgınlıkları var. O yüzden de IMF’nin canı sıkılıyor bu işe, “başımızda Arjantin problemi var” diyorlar, Arjantin de “sizin yüzünüzden bizim memlekette acayip işsizlik ve sefalet oldu” diyor. Yani epey gerginlik var orada.

 

ÖM: İşsizlik ve sefalet rakamları da müthiş.

 

HE: Arjantin hükümetinin istatistiklerine bakılırsa, işsizlik %19, bunun üzerine eksik istihdam %15 (yani yeterli süre çalışmayan insanlar), nüfusun %44’ü sefalet çizgisinin altında, bunun üzerine %20’si de fakir. Unutulmamsı gereken nokta ise, Arjantin Türkiye’den adam başına geliri oldukça yüksek bir ülkedir. Bu yüzyılın başında da bütün Amerika kıtasında ABD’den sonra adam başına geliri en yüksek olan ülkeydi.

 

ÖM: Dahası da var, IMF’nin bütün dünyaya “işte en büyük başarı örneği” diye gösterdiği, afişlere geçecek bir model olarak sunuluyordu. O açıdan da çok tuhaf, yani nüfusun %44’ünün yoksulluk sınırının altında olması, bir de %20’yi de ekleyince...

 

HE: İnsanı çok korkutan başka şeyler de var, Arjantin Türkiye’den çok daha büyük bir ülkedir, 2 milyon km2’ye yakın alanı var; doğal zenginlikleri var, hayvancılık gelişmiş ve nüfusu az olan bir ülkedir. Yani nüfus baskısı altında kıvranıyor denilebilecek bir ülke değil. Ayrıca insan kalitesi yüksek, eğitimi yüksek, vs. Bütün bunlardan sonra ortaya çıkan manzara kötü. Tabii bunu zorlaştıran bir siyasal süreç var; 1930’lardan başlayan Juan Peron’un ortalığı mahveden programları ile başlayıp devam eden bir siyasal süreç. Federal yapıdan gelen bir denetlenemezlik, düzensizlik - de var.

 

ÖM: Bir de muazzam bir şiddet döneminden geçtiler. Korkunç bir faşist cuntanın, diktatörlüğün döneminden geçtiler.

 

HE: Bütün bunlar da olduğu için, Arjantin’in siyasal karar alma süreci çok yavaş çalışıyor benim anladığım kadarıyla. Arjantin’in iki problemi ortaya çıkıyor bu bağlamda: İlki IMF ile ne yapacak? Daha önce şöyle bir şey yaptı geçmiş yıllarda; “Ben, sana olan 15 milyar Dolar borcumu ödemem” gibi bir şey söylemişti, bu çalışmadı. Şimdi Kirschner ile İktisat Bakanı Roberto Lavagna  başka bir yaklaşım izliyorlar, diyorlar ki; “Biz tek taraflı olarak sizinle olan anlaşmayı Ocak 2005’e kadar iptal ediyoruz. Sizin söylediklerinizi yapmayacağız, kendi bildiğimizi yapacağız. Ama borcumuzu ödeyeceğiz.” Bu enteresan bir yaklaşım.

 

İkinci sorun, özel alacaklılarla ilgili Arjantin IMF’ye önerdiğinin tam tersini özel alacaklılara  öneriyor: “Gelin sizinle anlaşalım, sizin elinizdeki borç kâğıtlarını değiştirelim. Bir kere bu borcun tamamını değil de bir kısmını ödeyelim.” “Bir kısmı” dediklerinde de epeyce bir ıskonto var. Başlangıçta, “Siz bunların %75’inden vazgeçin” diyerek başladılar. Tabii buna herkes sinirlendi sadece. Şimdi biraz daha sofistike bir önerileri var. Tam finanssal mühendislik ürünü. Yeni tahviller ihraç ediyorlar, bu yeni tahvillerde yine yüklüce bir makaslama var, faiz de biraz daha düşük, fakat tahvilleri 31 Aralık 2003 tarihli olarak ihraç edecekler, böylelikle bir baştan ödeme yapacak. Ayrıca tahvil sahipleri ileride koşulları iyileştiren düzenlemelerden de yararlanabilecekler. Rahatlatıcı bir düzenleme. Bu ABD’de yapılacağı için ülkenin sermaye piyasası kurulu olan Securities and Exchange Commission’a baş vurmuşlar. Onlarla ilgili evrakları veriyorlar.

 

Ama pek bir şey çıkacak gibi görünmüyor. Çünkü Arjantin’in bu borcunun önemli bir kısmı Arjantin vatandaşlarına, ama en büyük borçlu olduğu grup da İtalyanlar. İtalyanların 13 milyar Dolar alacakları varmış, onların bir grupları varmış Comitato Creditori Argentina diye. Onlar  bunu iyi niyetli bir öneri olarak bile görmediklerini söylüyorlar ve buna direniyorlar. Bu yeniden yapılandırma diyeceğimiz program, eskilere oranla daha iyi düşünülmüş hissi vermekle beraber finans çevrelerinde oluşan kanaat –yanlış anlamıyorsam-, bunun kabul edilebilir bir şey olmadığı ve bunu Arjantin hükümetinin de bildiği.

 

ÖM: Sonuç olarak dünya da, Arjantin de nasıl çıkacak bu işin içinden?

 

HE: Akla gelebileceklerden bir tanesi, Arjantin’in bu borcunu affetmek. IMF ya da Dünya Bankası’nın düşündüğü böyle bir çerçeve var, ama bu Arjantin’e uymuyor, çünkü o Afrika’nın ödeme yapması olanaksız yoksul ülkeleri için. Arjantin bu kritere uymuyor. İnsanların durup dururken de Arjantin’in borcunu affedeceklerini düşünmek zor. Bunun yan etkilerini de düşünmek gerekli. Mesela Arjantin af edilirse biz Türkiye’de enayi yerine düşmüş olacağız.

 

ÖM: Aynen öyle.

 

HE: Onun için bu olacak bir işe benzemiyor.

 

ÖM: Ama ödenebilir bir borç gibi de gözükmüyor anladığım kadarıyla.

 

HE: Çok büyük, mesela 2005 yılında milli gelirin %8.5’i kadar dış borç servisi ödemesi gerekiyormuş, bütçesinin %35’i gidiyormuş buna.

 

ÖM: Bunu da yapamaz.

 

HE: Bu büyük bir rakam. Üstelik ülkenin durumu da ortada, kamu desteği ile yapılacak epeyce iş var. Akla gelebilecek başka bir şey de, “IMF ile olan anlaşmaya devam edilsin, böylelikle anapara ödemelerini yeniden yapılandıran bir program yapılsın ve bu IMF’nin denetiminde yürütülsün.” Yalnız burada da bir politik sorun var galiba, Türkiye’deki havadan farklı olarak Arjantin IMF ile olan ilişkilerini gerdiği için –veya gerildiği için, artık kimin gerdiği önemli değil- iktidarın, dönüp de bu kadar gerginlik olan bir kuruluşla “anlaştım” diye ortaya çıkması zor görünüyor. Nasıl dönüp halkına “dün çok kızıyorduk ama bugün seviyoruz” diyecek ki?

 

ÖM: Bir de bu korkunç rakamlara ulaşan yoksullar ve işsizler de IMF’nin ya da Dünya Bankası gibi kuruluşların konusu bile olmuyor diye de bir açıklama vardı.

 

HE: Yok. Tabii bu daha çok Dünya Bankası’na düşen bir şey. Ama orada da şöyle sorun çıkabilir, büyük kaynağa ihtiyaç var. Bu kaynağı Dünya Bankası’nın toplaması çok zor. Topladı diyelim, bir başkası sormaz mı “Niye bütün bu kaynaklar Arjantin’e gitti?” diye. Yani Arjantin’in bu kuruluşlardan yüklüce yeni yardım alması bence söz konusu değil, ancak aldığı yardımın geri ödenmesinde bazı avantajlar sağlayabilir.

 

Fakat bana öyle geliyor ki, bu olay böyle de gidecek gibi değil, çünkü sorunun bir de öbür ayağı var. Hadi 45 milyar Dolar kadar bu ülkelere borcu var, ama bir de geri kalan 140 milyar Dolar var, piyasaya olan borcu, Arjantinlilere, yurt dışındakilere, vs. Üçüncü bir yol, bu alacaklıların hiç olmazsa büyük bir kısmının ikna edilmesi ( tamamı ikna edilemez, o anlaşıldı). Zaten Arjantin’in arayışları da onu gösteriyor. Daha öncekinden değişik bir öneri getiriyor, çoğunluk isterse (%70 kabul ederse gibi) yapacağız diyor. Şu andaki görünüm bundan da uzak görünüyor, yani pek uzlaşma olacağa benzemiyor.

 

Bana öyle geliyor (ama çok uzaktan konuştuğumu da biliyorum, buradan bakıp, Arjantin hakkında konuşmak pek uygun değil) ki; galiba strateji, borçluların büyücek kısmının kabul edebileceği bir ödeme planını ortaya çıkarıp, “bak artık biz işleri yola soktuk” deyip IMF ve Dünya Bankası ile olan borucu buna paralel olarak yeniden yapılandırmak ve ciddi bir program önerisi ile devam etmek. Hatırladığım bir başka nokta da şu; böyle bir program önerisinde Arjantin hükümetiyle alacaklılar arasındaki tartışmalarda, bütçede faiz dışı fazla yaratma süresi 20 yıl olarak tartışılıyordu. 20 yıl süre ile faiz dışı fazla yaratılacak, alacaklılar da diyor ki; “bu milli gelirin %3.2’si olsun”, onlar da “olmaz, %2.2” diyorlar. Demek ki ülkenin –rakamları boş verirsek- 20 yıllık geleceğinde bütçenin nasıl kullanılacağına ilişkin bir dış kısıt getirilecek.

 

Bütün bunlardan benim çıkardığım, bu borç işi çok tehlikeli. Aslında bu kadar analize gerek yoktu ama böyle..

 

ÖM: IMF de bu konuda yaptığı herhangi bir hatayı da şimdiye kadar telafi etmiş gibi gözükmüyor.

 

HE: Yok, haksızlık etmeyelim. “İyi kontrol edemedik” diye bir hata (!) yaptıklarını kabul etmişler.

 

ÖM: Öyle mi?

 

HE: Evet, bir tek onu kabul etmişler. “Daha sıkı kontrol etmeliydik” demişler, onun dışında hiçbir konuda hata kabul etmiyorlar. Epeyce eleştiri var, ne kadar haklı ne kadar haksız bilemiyorum

 

Belki de yoktur kusurları...

 

ÖM: O zaman da “Buenos Aires, ‘we got a problem’” diye de bir açıklama gelebilir uzaydan.

 

(4 Kasım 2004 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)